1997 yılında McKinsey tarafından yayınlanan bir araştırma ile yetenek savaşları İK’cılar için anahtar terimlerden birisi haline geldi. Fikrin gündemde olduğu bu yirmi sene içinde İK mesleği, işletmelerin en iyi yetenekleri kazanmalarına ve elde tutmalarına yönelik uygulamaları geliştirme yönünde ciddi bir gelişim ve hatta evrim geçirdi.
Bu değişim sürecinde İK’cılar özellikle en iyi yetenekleri kazanmak üzere işletmelerin vadettiği ‘çalışma deneyimini’, pazarlama fonksiyonlarının tecrübesinden de yola çıkarak, markalaştırmayı keşfetti. Bugün işveren markası yönetimi olarak vazgeçilmezlerimizin arasında yer alan bu uygulamalara ciddi bütçeler ayırıyor, pazar araştırmalarına katılıyor, en iyi işveren olma yönünde elimizden geleni yapıyor ve değer yaratan kazanımlar da elde ediyoruz. Şu an için elde ettiğimiz bu kazanımlar madalyonun güzel yüzünü gösterirken, diğer yüzünün ise bu kazanımların sürdürülebilirliğini sorgulamamız gereken bir soru işaretini gösterdiğini düşünüyorum. Daha net olmak gerekirse aklımdaki soru işveren markası yatırımlarının şirketimizin ihtiyaç duyduğu yetenekleri çekme konusunda uzun vadede de yeterli olup olamayacağı?
Böyle bir düşünceye kapılmamın nedeni ise kısa bir süre önce TÜSİAD ve PriceWaterhouseCoopers iş birliğiyle hazırlanan ‘2023’e Doğru Türkiye’de STEM Gereksinimi’ raporu (rapor için tıklayınız).
Öncelikle STEM ifadesinin ne olduğu ile başlayalım. STEM Science (Fen Bilimleri), Technology (Teknoloji), Engineering (Mühendislik) ve Matematik (Mathematics) kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltma. Dördüncü sanayi devriminin iş hayatını tüm hızıyla yıkıcı inovasyona uğrattığı günümüz dünyasında sanıyorum STEM mezunlarının ne kadar önemli olduğunu belirtmeye gerek yok.
Konu bu kadar önemli iken, az önce bahsettiğim rapor bu alanlardan mezun olanların mevcut istihdamı ile 2023 yılına yönelik istihdam gereksinimi arasındaki ilişkiyi analiz ediyor. Raporun en dikkat çekici sonuçlarından ilki 2023 yılında bu alanlarda ihtiyaç duyulacak 300.000 kişilik istihdamın karşılanamayacak olması (başka bir ifade ile yetenek arzında yetersizlik), diğeri ise bu alanlardan mezun yeteneklerin yetkinlikleri ile uyuşmayan alanlarda çalışıyor olması.
İşveren markası faaliyetlerini STEM özelinde değerlendirdiğimizde önümüzdeki yıllarda yaşanacağı öngörülen yetenek kıtlığına karşı bir adım daha ileriye giderek uzun vadeli bir meslek markası yaratmaya odaklanmak en başta belirttiğim sürdürülebilirlik sorununa getirilebilecek çözümlerden biri olabilir. Dolayısıyla mesleğe katılımı teşvik edecek, hedef kitleyi belirleyerek gerekli tanıtımları yapacak bir bakış açısının işveren markası yönetimi konusunda ciddi bir bilgi birikimi ve tecrübeye sahip İK’cılar tarafından yapılmasının stratejik değer yaratma açısından çok önemli olduğu görülüyor.
En azından bilişim, yazılım ve savunma gibi STEM alanı çalışan oranının yüksek olduğu sektörlerin işveren markası faaliyetlerinin sadece üniversiteleri değil orta öğretim öğrencilerini de hedef alması, işveren değer önermesinden önce bir meslek değer önermesinden bahsedilmesi bile makro anlamda ülkemizin mikro anlamda da hizmet verdiğimiz şirketlerimizin sürdürülebilir başarısına çok ciddi katkılar sağlayacaktır.
Geri bildirim: MakroekonomİK Bakış Açısı |