Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haberden sonra aklıma şu soru takıldı:
İnsanları işyerinde mutlu etmenin maliyeti nedir?
Malum biz İK’cılar için en önemli konuların başında gelir mutlu çalışanlar yaratmak. Çünkü çok iyi biliriz ki mutlu çalışanların şirkete bağlılığı yüksektir. Ve şirkete bağlılığı yüksek olan çalışanlar daha yüksek bir performansla şirkete daha çok para kazandırırlar. Bu nedenle çalışanları mutlu etmek için kesenin ağzını bir miktar açmakta zarar görmeyiz. Danışmanlık alır, tüm yaratıcılığımızı konuşturarak birçok aktivite düzenler, ardından çalışanlarımız mutlu mu diye ölçeriz.
Ancak bireysel olarak aynı soruyu kendimize sorsak cevabımız nettir: Parayla saadet olmaz, olsa da bir noktaya kadar olur.
Peki mutluluğun parayla satın alınamayacağını bildiğimiz halde, konu “işyerinde mutlu olmak” olduğunda neden hemen maddi imkanlarla birşeyler yapmaya çalışıyoruz?
Bu soruya verilebilecek en basit cevap nedir o zaman?
İşte size en başta bahsettiğim haber ve işyerinde mutluluğun formülü:
“Pazartesiden cumaya kadar, her hafta 75 km yolu yürüyerek kontrol etmek zorundayım. Peynirimi, zeytinimi çantamda taşıyorum. Sekiz saatim yolda geçiyor, kolay iş değil. Her gün ortalama 15 km yürümek zor, ağır iş.”
Sözlerin sahibi İbrahim Çivici… 59 yaşında. Devlet Demiryolları’nda tam 20 yıldır ‘yol bekçisi’.
İbrahim Çivici’yi Aljazeera Televizyonunun kendisi ile yaptığı söyleşi sonrasında tanıdık.
Çivici, tren seferlerinin sorunsuz gerçekleşmesi için çalışıyor. Trenler gelip geçtikçe makinistlerle selamlaşıyor.
“Ama bazen makinistler selam vermiyorlar” diyor Çivici, “O zaman insanın içinde bir üzüntü, eziklik oluyor. İnsan bir selam aldığı zaman daha neşeleniyor, yaptığı işi daha bir benimsiyor, daha mutlu oluyorsun“ diye de ekliyor.