Sanırım büyük çoğunluğumuz coronadan sonra dünyanın artık aynı dünya olmayacağına dair ikna olacak kadar çok yazı okuduk ya da konuşma dinledik. Normalleşmenin ciddi olarak konuşulmaya başlandığı bu günlerde bizi nelerin beklediğini ve bu beklenenlerin biraz hayal gücümüzü de çalıştırarak İK yönetimine ilişkin yansımalarını düşünmemiz gerektiği kanısındayım.
Geçtiğimiz günlerde PriceWaterhouseCoopers (PwC) tarafından Amerika’da yapılan bir araştırma corona sonrası döneme ilişkin planlara ışık tutuyor.
Araştırmaya katılan CFO’ların %49’u uzaktan çalışmaya olanak sağlayan roller için bunu kalıcı olarak sürdürmeyi planlıyor. %40’ı otomasyonu hızlandırmanın ve yeni çalışma şekilleri oluşturmanın yollarını arayacaklarını belirtiyor. %26’sı ise şirketlerinin emlak ayak izini düşürme niyetinde.
Belirtilen bu görüşler doğrultusunda fiziki çalışma ortamlarının bir dönüşüm geçirerek varlığını sürdüreceğini ve bu dönüşümle beraber farklı çalışma şekillerinin artık yeni normal haline geleceğini iddia edebiliriz. Buna göre şu anda sormamız gereken soru şu olsa gerek: Yeni fiziki çalışma ortamları neye hizmet etmeli?
Gelin bu soruyu cevaplamak için bir önceki yazımda sizlere tanıttığım ve zaman zaman atıfta bulunacağımı belirttiğim Kaybolan Bağlar kitabına başvuralım. Kitapta depresyona neden olan etkenlerden biri diğer insanlarla olan bağlarımızın kopması olarak belirtiliyordu. Afrika’nın savanalarında evrimleşmeye başlayan insanlar avcı-toplayıcı olarak hayatını kabileler halinde sürdürüyordu. Birlikte çalıştıkları ve yardımlaştıkları için kocaman hayvanları avlayabiliyor, yiyeceklerini birbirleriyle paylaşıyorlardı. Hayatta kalmanın tek yolu yoğun ilişki ağları ve birbirleriyle olan karşılıklı bağlılıklarıydı. Bağlar hayatta kalmanın tek koşuluydu. Dolayısıyla kabilenin dışına itilmek, yalnız kalmak ciddi bir hayati tehlikeyi de beraberinde getiriyordu. Evrim sürecinde genetik kodlarımıza yazılmış olan bu bağ kurma gerekliliği hayatın her aşamasında halen ihtiyaç duyduğumuz bir olgu.
Uzaktan çalışmanın yaratacağı yalnızlık duygusunun da önümüzdeki dönemde yönetilmesi gereken bir değişken olarak gündemimize gireceği aşikar. Bu noktadan hareketle fiziki işyeri ortamlarının çalışanların bağlarını güçlendirmeye hizmet edecek şekilde dönüştürülmesi gerekecektir. Bugün özellikle start-up firmaların iş ilanlarında ön plana çıkarttıkları eğlenceli çalışma ortamı olgusu birçok farklı sektör için de kaçınılmaz olabilir.
Barclays CEO’su Jes Staley’nin 7.000 kişiyi aynı binanın içine koyup çalıştırmanın geçmişte kalan bir alışkanlık olabileceğine ve UBS’in CEO’su Sergio Ermotti’nin şehir merkezlerindeki pahalı ofislerden taşınmayı düşündüklerine dair beyanlarına bakacak olursak, eğlenceli ofis ortamlarının koyu renk takım elbiselerin ve ciddiyetin hakim olduğu bankacılık sektöründe bile bir alternatif olarak ortaya çıkabileceğini düşünebiliriz.